Page 3 - 2025 Bayram Sayısı
P. 3
Çocuk ve Edebiyat Dergisi
Bayram Günleri
Bayramlardan bahsederken çoğunlukla çocukluğumuzdaki bayramları anlatırız. Bayramda neler yaptığımızdan
dem vururuz. Bir kısmımız kapı kapı şeker toplamaktan bahsederken, bir kısmımız topladığımız harçlıklarla
aldıklarımızı anlatırız. Bazen anne veya babamızın bayram günü için aldığı kıyafetin bize ne kadar yakıştığını
hatırlar, bazen de bayramda arkadaşlarımızla oynadığımız oyunlardan söz ederiz. Doğrusu, bayramlar zihin
dünyamızda kalıcı izler bırakır ve hayatımızın şekillenmesinde önemli bir yer tutar.
Ben ise bu ayki “Başlarken” yazımda bayramlarla ilgili
hatırladıklarımdan bahsedeceğim. Ben, Azdavay’da doğmuşum.
Azdavay, Kastamonu’nun küçük ama hakikaten küçük bir ilçesi. O
ilçenin bir köyünde geçti çocukluğumuz. Tabii, ilk çocukluk yıllarım
seksenli yılların başına denk geliyor. Elektriğin köylere henüz
ulaşmadığı ve ajansların radyodan dinlendiği günlerdi o zamanlar.
Çocukluğumuzda bayramların bir kısmı yaz aylarına denk gelmişti.
Temmuz ayı oruç ile geçmişti diye hatırlıyorum. Hasat zamanı, oruç
yetişkinler için zorlu geçiyordu. Sabahın seher vakti kalkıp akşam
karanlığına kadar tarlada ekin biçmek çok yorucuydu. Babam ve annem
bitkin düşerek eve gelirdi. Biz ise tekne orucu tutar, öğle ezanı ile kana
kana su içerdik. Çocukluk, bir şeyleri doya doya yaşama zamanıydı.
Oyunları da koşmayı da eğlenmeyi de doyasıya yaşardık.
Başlarken Bayram sabahlarının da ayrı bir güzelliği vardı. Bayram sabahı, bizler
için yepyeni bir kıyafet demekti. Erkenden kalkıp bayram namazı için
ERDOĞAN ERGİN yollara düşmek, beklenen ve mutlu eden bir durumdu.
Çoğu zaman, üç kilometre uzakta bulunan camiye yürürdük. Yolda başka bir köyden gelen traktöre binip
römorkun üzerindeki ahşap tahtaya oturmak ise büyük bir lükstü. Ama dedim ya, çocukluk doya doya
yaşanılan bir zaman dilimi. Bu sebepten olsa gerek, yürürken ya da traktör römorkunda bile vakit geçirecek bir
şey bulurduk.
Bayram sabahları cami yanında hep bir bayram panayırı kurulurdu. Köylerde bakkal ve market
bulunmadığından büyüklerimiz ilçe merkezine haftada bir gün gider, alışveriş yapardı. Ama çocuklar,
İstanbul’da oturup denizi göremeyen çocuklar gibi, yaşadıkları ilçeyi ancak şehirler arası otobüse binecekleri
zaman görebilirdi. İşte bayram sabahları kurulan panayır, bize şehrin güzel yanını getirirdi. Oyuncaklar,
şekerler, lokumlar, meyveler, kıyafetler, afişler, kasetler ve daha birçok çocukça sevinç yaşatan şey… Sanırım
büyüdüğümüzde kaybettiğimiz sevinci bayram panayırlarında arıyoruz. Çocukça sevinebilmek ne büyük lüks
büyüyünce…
Bayram namazı sonrası, aile bağlarını güçlendiren iki hususu çok severdim. Biz Azdavay’da, onca köy
birbirimizle ya akrabaydık ya da hısımdık. Yani köyde gördüğünüz herhangi bir kişinin sizin bir şekilde
akrabanız olma olasılığı çok yüksekti. Dedesinin dedesinin dedeleri kardeş çocuğuydu mesela. Ya da anneler
teyze çocuğuydu. O karmaşık akrabalık ilişkilerinden bahsedip “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabının soy ağacı gibi bir
yapı oluşturmayayım.
Konumuza dönersek, köyde camiden çıkan herkes yaş ve saygınlık sırasına göre sıraya girmeye başlardı.
Ama herkes birbirinin bayramını tebrik ederek yapardı bunu. Sıra uzadıkça uzardı. Ama o kadar keyifliydi ki…
Herkesi tanımaya başladığınız ve herkesin sizi tanımaya başladığı yerdi bayram tebriği kuyruğu.
“Aaa! Bu senin küçük çocuk mu? Ben bu delikanlıyla tanışmamıştım. Bak, bu senin büyük dayının oğlu.”
İkinci önemli husus ise bayram namazından sonra eve gelince gerçekleşen bayramlaşmaydı. O
bayramlaşmada da yine yaş sırasına göre bir düzen olurdu. Önce dedem, babaannemin bayramını kutlardı.
Sonra babaannem, dedemin bayramını… Ardından sırasıyla babam, sonra annem… En son da çocuklar
bayramlaşmaya geçerdi. Çocuklar hem el öper hem de büyüklerden harçlıklarını alırdı.
Edebiyatın en önemli işlevlerinden biri, değer ve kültürü aktarmasıdır. O zaman biz de bu köşelerde çocuklara
kültür ve değerlerini anlatmalıyız.
Bayramınız kutlu olsun! Doya doya, çocukça yaşayın ve yaşatın bu bayramı.
Başlarken . 3